Gerekçeli karar, yargılama neticesinde mahkemenin ulaştığı hükmün, hangi hukuki nedenlere dayandığının mahkeme tarafından yazılı olarak açıklanmasıdır. Gerekçeli karar, mahkemelerin yargılamanın konusu iddia ve savunmayı, vakıa, delil ve talepleri değerlendirerek hangi yasal nedenlerle hüküm kurduğunu açıklamak üzere yazdığı kararıdır. Gerekçeli karar, mahkemelerin verdiği kararın hukuka uygun olup olmadığının denetlenmesini sağlayarak keyfiliği önler. Mahkeme kararını tebliğ alan taraflar, kararın gerekçesine bakarak beğenmedikleri kararlara karşı üst bir yargı merciine itiraz, istinaf, temyiz gibi kanun yollarına başvurabilirler.
Mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılmak zorundadır (Anayasa m.141/3). Gerekçeli karar, tarafların yargılamada ileri sürdüğü iddia ve savunmaların tartışıldığı, hangi iddia veya savunmanın diğerine üstün tutulduğunun, ulaşılan sonuca nasıl ulaşıldığının mahkeme tarafından yazılı olarak açıklanmasıdır. Gerekçeli kararın yazılması ile davanın tarafları davanın neden lehe veya aleyhe sonuçlandığını açık bir şekilde anlamış olur.
Gerekçe, kararın denetiminin yapılabilmesi ve tarafların kararın doğruluğu veya yanlışlığı konusunda fikir sahibi olmasını sağlayarak kanun yollarına başvurma konusundaki tutumlarının belirlenebilmesi açısından önemli bir işlev görür. Gerekçe; hükmün dayanaklarının akla, hukuka ve maddi olaya uygun açıklamasıdır. Gerekçenin dosyadaki bilgi ve belgelerin yerinde değerlendirildiğini gösterir biçimde; geçerli, yasal ve yeterli olması gerekir. Yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi yasa koyucunun amacına uygun düşmez ve uygulamada keyfiliğe yol açar (YCGK-K.2003/259).
Mahkemeler, kararlarını somut ve açık bir şekilde gerekçelendirmek zorundadırlar. Gerekçeli kararın anlaşılır, açık ve seçik bir şekilde yazılması gerekir. Eksik, şekli ve görünüşte gerekçe yazılması adil yargılanma hakkının (hukuki dinlenilme hakkının) ihlâlidir (Y9HD-K.2016/20215). Gerekçeli karar hakkının ihlal edilmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru konusu yapılabilir. Bireysel başvuru yoluyla ihlalin tespiti, tazminat ve yeniden yargılanma talep edilebilir.
Uygulamada, mahkemeler hüküm fıkrasını “kısa karar” şeklinde duruşma tutanağına yazmak suretiyle hükmü son duruşmada açıklamakta, hükmün gerekçesini (yani gerekçeli kararı) ise kısa karara aykırı olmamak kaydıyla kanunen belirlenen süre içinde daha sonra yazarak ilgililere tebliğ etmektedir. Daha sonra yazılan gerekçeli kararın hüküm fıkraları, duruşmada yazılan son kısa kararın hüküm fıkralarına aykırı olamaz. Örneğin, duruşmada tefhim edilen kısa kararda “davacının davalıya 10.000 TL ödemesine” şeklinde hüküm fıkrası yazıldıktan sonra gerekçeli kararda “davacının davalıya 01.01.2022 tarihinden itibaren faiz işletilmek üzere 10.000 TL ödemesine” şeklinde hüküm fıkrası yazılamaz. Gerekçeli kararda kısa karardaki hüküm fıkraları aynen korunarak sadece hükmün gerekçesi eklenmelidir. Özellikle belirtelim ki, kısa karara aykırı bir şekilde yazılan gerekçeli kararın hüküm fıkraları yok hükmünde olup bu hüküm fıkraları infaz edilmezler.
Kısa karar hükmün gerekçesini ihtiva etmediği takdirde, hükme karşı istinaf veya temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren işlemeye başlar (Anayasa Mahkemesi, Başvuru No: 2019/12803, Tarih: 14.09.2022).
1. Hukuk Mahkemesinde Gerekçeli Karar: Özel hukuk uyuşmazlıkları (tazminat, alacak, boşanma, ticari davalar vb.) ile idari davalara bakan mahkemelerin her türlü kararı gerekçeli yazılmak zorundadır (6100 sayılı HMK m.297/2).
Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297 maddenin 1. fıkrasının 3. bendine göre; mahkeme kararlarında iki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşmadıkları hususlar, çekişmeli konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışılması, ret ve üstün tutulma nedenleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebebin açıkça gösterilmesi zorunludur (Y2HD-K.2017/3290).
HMK m.297’e göre, mahkemenin gerekçeli kararı aşağıdaki hususları içermelidir:
Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.
Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.
Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.
Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.
Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
2. Ceza Mahkemesinde Gerekçeli Karar: Ceza davalarına bakan mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır (5271 sayılı CMK m.34/1). “Gerekçe” kısmında; mevcut deliller tartışılıp değerlendirildikten sonra, hükme esas alınan ve reddedilen deliller belirlenmeli, delillerle sonuç arasındaki bağ üzerinde durularak, niçin bu sonuca ulaşıldığı anlatılmak suretiyle hukuki nitelendirmeye yer verilmeli ve sonuç bölümünde açıklanan uygulamaların dayanaklarına değinilmelidir (CGK-K.2020/70). Mahkumiyet hükmünün gerekçesinde gösterilmesi gereken noktalar ise 5271 sayılı CMK’nın 230. maddesinde yer almaktadır:
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) Madde 230:
(1) Mahkumiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunma, bunların dayandırıldığı ve mahkemece toplanan kanıtların neler olduğu,
b) Kanıtların tartışılması, değerlendirilmesi ve reddedilen veya kanıtlama yönünden üstün tutulan ve kabul edilen kanıtlar ve nedenleri,
c) Tüm bunların ışığında ulaşılan kanı; sanığın suç oluşturduğu kabul edilen eylemi, bunun yasal unsurları ve nitelendirmesi, uygulanacak kanun maddesi,
ç) Cezayı ağırlatan ve hafifleten yasal ve değerlendirmeye bağlı nedenlerle cezayı kaldıran yasal nedenlerin bulunup bulunmadığı, bunlara ilişkin istemlerin kabul veya reddiyle temel cezanın belirlenmesine ilişkin nedenler,
d) Cezanın ertelenmesine, tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirinin uygulanmasına yönelik veya bu konulardaki istemlerin kabul veya reddine ilişkin dayanaklar gösterilecektir.
(2) Beraat hükmünün gerekçesinde, 223 üncü maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hallerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
(3) Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, 223 üncü maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen hallerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
(4) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümlerin dışında başka bir karar veya hükmün verilmesi halinde bunun nedenleri gerekçede gösterilir.
Özellikle vurgulayalım ki; ceza mahkemeleri kararlarında hükmün esasını oluşturan hüküm fıkrasında kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme imkanının bulunup bulunmadığının, başvurma imkanı varsa süresi, şekli ve merciinin açıkça gösterilmesi gerekir (5271 sayılı CMK’nın 232/6).
Ceza, hukuk ve idari mahkemeler usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda davanın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür. Hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada verilir ve tefhim (duruşmada sözlü bildirim) olunur. Tüm mahkemelerde hükmün tefhimi, hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek taraflara duruşmada okunması yoluyla gerçekleştirilir. Kural olarak hükmün gerekçesi de bu duruşmada açıklanmalıdır. Ancak, uygulamada mahkemeler önce kısa karar denilen hükmün sonuç kısmını duruşma tutanağına geçirerek taraflara açıklamakta, hükme dair gerekçeli kararı daha sonra yazarak taraflara tebliğ etmektedir.
Hükümle birlikte taraflara son duruşmada bildirilmeyen gerekçeli kararın yazılması süresi, ceza ve hukuk mahkemelerinde farklılık arz etmektedir:
Hukuk, idare ve vergi mahkemelerinde sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği (duruşmada bildirildiği) hâllerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerekir (HMK 294/4). Hükmün tefhiminden sonraki bir zamanda yazılan gerekçeli kararın, davanın taraflarına, feri ve asli müdahile tebliğ edilmesi zorunludur.
Ceza mahkemelerinde ise, hükmün gerekçesi tümüyle tutanağa geçirilmemişse, yani gerekçeli karar açıklanmamışsa, hükmün taraflara duruşmada bildirilmesinden itibaren en geç 15 gün içinde yazılarak dava dosyasına konulması gerekir (CMK m.232/3).
1. Hukuk Mahkemelerinde Gerekçeli Kararın Yazılması: Hukuk mahkemelerinde gerekçeli kararın kim tarafından yazılacağı ile ilgili açık hüküm vardır. Hukuk mahkemelerinde gerekçeli karar, hükmü veren hâkim, toplu mahkemelerde başkan veya hükme katılmış olan hâkimlerden başkanın seçeceği bir üye tarafından yazılır (HMK m.298). Hukuk mahkemelerinde gerekçeli karar şu şekilde yazılmalıdır:
Mahkeme kararlarında iki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşmadıkları hususlar, çekişmeli konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışılması, (delillerin) ret ve üstün tutulma nedenleri, sabit görülen vakıalarda bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebebin açıkça gösterilmesi zorunludur. Yerel mahkemenin hangi delillerle sonuca ulaştığını değil, dayanılan delillerde yer alan hangi vakıanın kabul edildiğini Yargıtay denetimine elverişli şekilde gerekçeli olarak açıklaması zorunludur (Y2HD-K.2015/20758).
2. Ceza Mahkemelerinde Gerekçeli Kararın Yazılması: 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda açık hüküm olmamasına rağmen uygulamada ceza mahkemelerinde gerekçeli karar, asliye ceza mahkemesinde davaya bakan hakim, ağır ceza mahkemesinde mahkeme başkanı veya üye hakimlerden biri tarafından yazılmaktadır. Ceza mahkemelerinde gerekçeli karar şu şekilde yazılmalıdır:
“Ceza mahkemesi” kararlarının Yargıtay denetimine olanak sağlayacak şekilde açık olması ve Yargıtayın bu işlevini yerine getirebilmesi için kararın dayandığı tüm kanıtların, bu kanıtlara göre mahkemenin ulaştığı sonuçların, iddia, savunma ve dosyadaki diğer belgelere ilişkin değerlendirmelerin, sanığın eylemlerinin ne olduğunun açık olarak gerekçeye yansıtılması gerekir (Y6CD-K.2013/13620)
Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34, 230 ve 289 maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının denetimine imkan verecek şekilde açık ve gerekçeli olması, gerekçe bölümünde mevcut delillerin tartışılması, değerlendirilmesi, reddedilen veya kanıtlama yönünden üstün tutulan delillerin neler olduğu ve nedenlerinin gösterilmesi, delillerle sonuç arasında bağ kurulması, bir başka deyişle eldeki delillerle neden bu sonuca varıldığının anlatılması gerektiği, tüm bunların ışığında ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu kabul edilen eylemi, bunun yasal unsurları ve nitelendirmesi, uygulanacak kanun maddesi ve CMK’nın 230 maddesinde belirtilen diğer unsurların bulunması gerektiği gözetilmelidir (Y2CD-K.2021/1446).
Uygulamada, kısa karar yazılır yazılmaz UYAP veya E-devlet kaydına “gerekçeli karar yazıldı” ibaresi düşülmektedir. Halbuki, mahkemeler önce kısa kararı son duruşmada yazmakta, gerekçeli karar ise duruşmadan çok sonraki bir tarihte yazılmaktadır.
Hakimin son oturumda tutanağa yazdırıp tefhim ettiği (taraflara bildirdiği) kısa karar, esas karar olup, sonradan yazılan gerekçeli kararın bu kısa karara aykırı olmaması gerekir. Gerekçeli kararda, kısa hükmün aynen bulunması ancak bu kararın gerekçesinin açıklanması lazımdır. Gerekçeli karar ile kısa kararın değiştirilmesi mümkün olmayıp, gerekçeli kararın kısa karara uygun yazılması şarttır. Esasen, kısa kararı yazıp, duruşmada bunu bildirmiş olup davadan el çeken hakim, artık bu kararını değiştirmesi yasal açıdan imkansızdır.
Hukuk mahkemelerindeki yargılamalarda gerekçeli karar ile kısa karar arasında çelişki olması halinde, gerekçeli karar yok hükmünde kabul edilmektedir:
HMK’nın 298/2 maddesi gereğince sonradan yazılacak gerekçeli kararın kısa karara uygun olması, tefhim edilen kısa karara aykırı olmaması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararına güven sarsılmış olacaktır. Asıl olan tefhim edilen kısa karardır. Gerekçeli kararın kısa karara uygun olmaması, çelişki yaratır ve gerekçeli kararın yok hükmünde olduğu anlamına gelir. Belirtmek gerekir ki, kısa karar ile gerekçeli karar çelişkisi, İçtihadı Büyük Genel Kurulu’nun 10.04.1992 gün ve 1991/7 Esas, 1992/4 Kararı gereğince bozma nedenidir (Y9HD-K.2017/6751).
Kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki olması halinde ceza mahkemesinin gerekçeli kararı infaz edilmez, infazın kısa karara göre yapılmaması gerekir:
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 5.3.1962 tarih ve 18/18 Sayılı kararında da vurgulandığı üzere, gerekçe kısa karara eklenmek üzere yazılır. Bu sebeple de bunda ayrıca bir uygulama yapılması ve gösterilmesi gerekmez. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.6.2003 gün ve 10.188.197 Sayılı kararında da sonradan yazılan gerekçeli kararda kısa kararda yer almayan hususlara yer verilmesinin, eksik yazılmış kısa karara geçerlilik kazandırmayacağı belirtilmiştir. Asıl olan yargılama sonunda açıklanan (kısa kararhüküm fıkrasıdır. Bir çelişki halinde, ister sanığın lehinde, isterse aleyhinde olsun, okunmuş bulunanın esas alınması gerekir, mahkemenin hatasını düzeltmek için de olsa, sonucu değiştirme yetkisi yoktur. Gerekçeli kararda yazılı mahkumiyet hükmünün infazı sırasında vaki olacak başvuru veya tereddüt sebebiyle 5275 Sayılı Kanunun 98. maddesi uyarınca gerekçeli kararın kısa karara göre düzeltilmesi, infaz işlemlerinin kısa karara göre yapılmasının sağlanması mümkün bulunmaktadır (YCGK-Karar: 2010/260).
Gerekçeli karar aleyhine kanun yollarına (istinaf, temyiz vb.) başvurulabilmesi için gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerekir. Kanun yollarına başvuru süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlamaktadır.
Ceza mahkemelerinde gerekçeli karar yazıldıktan hemen sonra taraflara tebliğ edilir. Hukuk mahkemelerinde kural olarak taraflar talep etmedikçe gerekçeli karar tebliğ edilmez. Yani, hukuk mahkemelerinde kararın kesinleşmesini veya kanun yollarına başvuru hakkının kullanımını temin için taraflar mahkemeye başvurarak gerekçeli kararın taraflara tebliğ edilmesini istemesi gerekir (…Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik m.216/1).
Hukuk mahkemelerinde gerekçeli karar aleyhine istinaf kanun yolu başvuru süresi, kararın tebliğinden itibaren 2 haftadır. Hukuk mahkemelerinin kararları aleyhine istinaf başvurusu yapılması üzerine, istinaf mahkemesi başvuru hakkında karar verdiğinde şartları varsa istinaf mahkemesinin kararına karşı da tebliğinden itibaren 2 hafta içinde temyiz başvurusu başvurulabilir.
Ceza mahkemelerinde gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içinde istinaf kanun yoluna başvurmak mümkündür. İstinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, şartları varsa Bölge Adliye (İstinaf) Mahkemesi’nin kararına karşı da gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde temyiz kanun yoluna başvurulabilir.
Gerekçeli kararın kaç günde tebliğ edileceği kararın yazılma süresi ve PTT vasıtasıyla gönderileceğinden postada harcanacak süreye göre farklılık gösterir. Kararın tebliğe çıkarılması demek, kararın ilgili tarafa tebliğ edilmek üzere postaya verildiği anlamına gelir. Gerekçeli karar tebliğ edilmezse hüküm kesinleşmemiş olur.
Gerekçeli kararın kesinleşmesi, kanun yollarına başvurulmaması veya başvurulmuşsa istinaf ve temyiz incelemesi yapan üst dereceli mahkemelerin de hükmü hukuka uygun bulması halinde mümkündür. Gerekçeli kararın kesinleşmesiyle, kararın hüküm fıkrasına uygun bir şekilde infaz edilmesi gerekir.
Bakmakla görevli olduğu dava türü ne olursa olsun özel hukuk davalarına bakan her mahkemenin kararı gerekçeli yazılmak zorundadır.
Hukuk ve ceza mahkemelerinin son kararlarına karşı istinaf başvurusu İstinaf Mahkemesi, temyiz başvurusu ise Yargıtay tarafından yerine getirilir.
Anayasa Mahkemesi - Başvuru No: 2018/38137 Karar Tarihi : 10/5/2022
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek kararlarını gerekçeli olarak yazma yükümlülüğü mahkemelere yüklenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesi, 141. maddesinin üçüncü fıkrası ışığında yorumlandığında adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkını da güvence altına almaktadır. Öte yandan adil yargılanma hakkı, doğası gereği gerekçeli karar hakkını da içermektedir. Bu sebeple gerekçeli karar hakkı Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının temel güvencelerinden biridir (Hilmi Kocabey ve diğerleri, B. No: 2018/27686, 17/11/2021, § 77).
Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35). Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
Öte yandan istinaf/temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus istinaf/temyiz merciinin bir şekilde istinafta/temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Yasemin Ekşi, § 57). Ancak istinaf/temyiz incelemesi sırasında ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların istinaf/temyiz mercilerince cevapsız bırakılmış olması gerekçeli karar hakkının ihlaline neden olabilir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Caner Kandırmaz, B. No: 2013/3672, 30/12/2014, § 31).
Anayasa Mahkemesinin gerekçeli karar hakkı bağlamındaki görevi uyuşmazlığın esası yönünden önem taşıyan meselelere ilişkin olarak derece mahkemelerinin ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya koyup koymadıklarının incelenmesinden ibarettir. Anayasa Mahkemesinin derece mahkemesinin gerekçelerinin hukuka uygun olup olmadığını denetleme gibi bir görevi bulunmadığı gibi derece mahkemesi kararlarındaki hukuka aykırılıkları gidermek de Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Halit Kabadağ, B. No: 2019/3589, 23/11/2021, § 30).
Anayasanın 141/3, CMK’nın 34 ve 230. maddelerine göre Yargıtayın gerekçe üzerinde tutarlılık denetimini yapabilmesi için, kararın dayandığı tüm verilerin, bu veriler konusunda mahkemenin ulaştığı sonuçların ve sabit görülen fiilin, iddianın, savunma ile tanık anlatımlarına ilişkin değerlendirmelerin, hangi anlatımın ne gerekçeyle diğerine üstün tutulduğunun açık olarak kurulacak hükmün gerekçesine yansıtılması ve mahkemece ulaşılan kanaatin ortaya konulması gerekirken yetersiz gerekçe ile hüküm kurulması, bozma nedenidir (Yargıtay 9. Ceza Dairesi -Karar : 2020/453).
Anayasa’nın 141, CMK’nın 34, 230, 232 ve 289/1-g maddelerinin amir hükümleri uyarınca hakimlerin ve mahkemelerin her türlü kararının gerekçeli olarak yazılmasının zorunlu olduğu nazara alınarak, gerekçede delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin tahlil ve tartışması yapılarak, hangi kanıtla neden bu sonuca varıldığının bütün iddialar bakımından ayrı ayrı irdelenerek ortaya konması, bütün delillere itibar edilme veya edilmeme nedenlerinin vurgulanması, maddi gerçeğin tarafları inandıracak ve Yargıtay denetimine olanak verecek açıklıkta ifade edilmesi gerektiği gözetilmeden ve bu ilkelere uyulmadan yazılı biçimde yetersiz gerekçeyle,
Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi aşamasında, maddi gerçeğin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması açısından, aslının kaybedildiği iddia edilen dosya kapsamına fotokopisi sunulan 31/08/2005 tarihli ibra belgesinin …‘a gösterilerek tarafınca düzenlenip düzenlenmediğinin sorulması, sanığın savunmasında bildirdiği hususlarının açıklığa kavuşturulması için katılan ve sanığın dinlenilmelerini istedikleri icra takip dosyası avukat ve/veya taraflarının çağrılarak beyanlarının tespit edilmesi ve gerekirse bilirkişi incelemesi yaptırılmasından sonra hasıl olacak sonuca göre sanığın hukuki durumunun ve suç vasfının tayin ve takdiri gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı şekilde beraat kararı verilmesi, bozma nedenidir (Yargıtay 9. Ceza Dairesi - Karar : 2020/286).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2009/19-109 Esas ve 2009/123 Karar sayılı ilamında değinildiği üzere, 10.04.1992 tarih, 1991-7 Esas 1992-4 Karar Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı Hâkimin tefhim etmiş olduğu kısa kararla gerekçeli kararın uyum içinde olması gerektiğini öngörmektedir. Yargı erkinin görev ve yetkisi, Anayasa ile yasaları amaçlarına uygun olarak yorumlayıp uygulamak, keza İçtihadı Birleştirme Kararlarının bağlayıcılığını gözetmekten ibarettir. Kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişkiye cevaz verilmemesinin amacı, kamunun mahkemelere olan güveninin sarsılmamasına yöneliktir. Öyle ki, İçtihadı Birleştirme Kararında bu konuya çok büyük bir önem verilmiş, çelişkinin varlığı tespit edildiği takdirde, başka hiçbir incelemeye gerek görülmeksizin ve tarafların bu konuyu temyiz sebebi yapıp yapmadıklarına bakılmaksızın kararın salt bu sebeple bozulması gerektiğine işaret edilmiştir. Bilindiği üzere tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten ve son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra Hâkimin, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 297 /2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur. Bu aşamadan sonra yapılması zorunlu iş, gerekçeli kararı kısa karar doğrultusunda ve yasal gerekçeleriyle birlikte mahkemenin yazmasından ibarettir. Artık bu karardan dönme (rücu) olanaklı olmadığı gibi, kararın asli unsurlarından olan gerekçenin de hüküm fıkrasına uygun biçimde yer alması gerekir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1991/7 E. ve 1992/4 K. sayılı ve 10.04.1992 tarihli kararı).
Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, bu kurala kanun koyucu HMK’nın 294, 298. maddeleriyle varlık kazandırmıştır. Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı ise HMK’nın 297. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Ne var ki, uygulamada HMK’nın 294. maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu sebeplerle sadece hükmün sonucu tutanağa geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır. İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan Hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine dair Anayasanın 141. maddesiyle buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile Hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama Yargı, Yargıç ve Kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi - Karar: 2017/2825).
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 321.maddesinin 2.fıkrasına göre; kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın ( İkinci Bölüm ) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı da aynı yöndedi ). Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar. 5521 sayılı Kanun’un 8.maddesinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal” olarak anlaşılması zorunludur.
Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, temyiz süre tutum dilekçesi veya gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hallerde, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanması mümkün olduğundan, gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir. Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hallerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir.
Mahkemece oluşturulan direnmeye ilişkin gerekçeli kararın davacı vekiline tebliğ edildiğine dair dosyada herhangi bir bilgi veya belgeye rastlanamamıştır. O halde, mahkemece yapılacak iş; öncelikle direnmeye ilişkin gerekçeli kararın, davacı vekiline yöntemine uygun olarak tebliği ile temyiz süresinin geçmesinin beklenmesi; direnme kararının temyiz edilmemesi halinde bu şekliyle, temyizi halinde ise devamı işlemler de tamamlanarak ondan sonra dosyanın son kontrolünün yapılıp, eksiksiz olmak üzere temyiz incelemesi yapılmak üzere Hukuk Genel Kurulu’na gönderilmesi olmalıdır (Yargıtay HGK - Karar: 2014/1000).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 345. maddesine göre; “İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar.”
Somut olayda; İlk derece mahkemesinin kısa ve gerekçeli kararında, istinaf kanun yoluna başvuru süresinin 15 gün olarak belirtildiği, gerekçeli kararın davalı vekiline 28/03/2017 tarihinde tebliğ edildiği, davalı vekilinin mahkemece belirtilen 15 günlük sürenin son gününde, ancak yasayla düzenlenen iki haftalık süre geçtikten sonra, 12/04/2017 tarihinde kararı istinaf ettiği anlaşılmaktadır.
Anayasanın, “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlığı altında düzenlenen 40. maddesinin ikinci fıkrasında, devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu ifade edilmiştir. Yine 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesinin “ç.” bendi uyarınca da hükümde, kanun yolları ve süresinin gösterilmesi zorunluluktur.
Kanun yollarına ilişkin Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 345 ve 361. maddelerinde düzenlenen süreler, hakim tarafından değil, kanun tarafından tayin edilen süreler olmalarına rağmen, mahkeme kararında bu sürelerin ve başvurulacak merciin belirtilmesi gerekmektedir. Mahkemelerin bunları salt göstermesi yetmez; aynı zamanda doğru olarak da göstermeleri zorunludur. Yargı kararlarına başvurulacak kanun yolu ile süresinin hükümde açıkça ve doğru olarak gösterilmemiş olması, hak arama hürriyetinin ihlal edilmesine sebep olacaktır.
Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş; yine taraf olduğumuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de, herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme önüne getirme hakkı güvence altına alınmıştır.
Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi de birçok kararında; başvurucuların gerekçeli kararda belirtilen süreye güvenerek hareket etmesinin makul görülebileceği, mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü dikkate alındığında, temyiz süresinin mahkeme kararında farklı belirtilmiş olması karşısında, kanunda belirtilen süre olduğu kabul edilerek, dilekçenin reddine karar veren değerlendirmelerin, mevzuat hükümleri çerçevesinde ve öngörülebilirlik sınırları içinde olduğunun kabul edilemeyeceği, yapılan yorumun başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve aşırı şekilci bir yaklaşımla elde edildiği, bu açıdan kararın, başvurucuların mahkemeye erişim hakkını zedelediği sonucuna ulaşarak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. (Anayasa Mahkemesinin 2014/819 başvuru numaralı ve 09.06.2016 tarihli (29757 sayılı ve 29.06.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan) kararı)
Hal böyle olunca, Bölge adliye mahkemesince; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, istinaf başvurusunun süresinde olduğu kabul edilip, yerel mahkeme kararının esastan incelenmesi, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile, davalının mahkemeye erişim hakkını zedeleyecek şekilde, istinaf dilekçesinin süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi-Karar:2020/2173).
Açıklamakla hükmün esasını oluşturan kısa kararda yer almadığı halde, gerekçeli kararın delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi bölümünde “sanığın kamunun uğradığı zararı karşılamaması nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmemiştir” gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 8. Ceza Dairesi - Karar: 2010/13831).
İhtiyati tedbir isteyen vekili, şirket tasfiyesine dair açtığı asıl davada, ayrıca şirketin borçlandırılması, aktiflerinin azaltılmasına yönelik satışların durdurulması ve vadeli satışların engellenmesi hususunda ihtiyati tedbir isteminde bulunmuş, mahkemece, ön tensip tutanağının 17 numaralı ara kararı uyarınca ihtiyati tedbir talebinin kabulüne karar verilmiş, ayrıca bir gerekçeli karar yazılmamıştır. İhtiyati tedbire itiraz edenler vekili, ihtiyati tedbir kararına dair itiraz dilekçeleri sunmuşsa da, bu hususta ilk duruşma gününü kadar bir karar verilmemiş, ilk duruşmada, itirazın incelenmesi bağlamında yine ara kararla ihtiyati tedbirin devamına karar verilmiş, yine ayrıca gerekçeli bir karar yazılmamıştır. İhtiyati tedbir kararı H.M.K.nın 391/2. maddesi uyarınca gerekçeli karar şeklinde yazılması gerekmekte olup, esasen Yargıtay denetiminin de gerekçeli karar üzerinden yapılması mümkündür. İhtiyati tedbir kararına itiraz sonucu verilen kararların da gerekçeli karar şeklinde yazılması gerektiği izahtan varestedir. Mahkemece, gerek ihtiyati tedbir kararı gerekse, ihtiyati tedbire itirazın incelenmesi bağlamında verilen karar usulüne uygun müstakil gerekçeli bir karar şeklinde yazılmadığından, bu durum 1982 Anayasası’nın 141. maddesine göre, tüm mahkeme kararlarının gerekçeli olması gerektiği hükmüne ve H.M.K.nın 391/2. maddesine aykırı olup, kararın bozulması gerekmiştir (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi - Karar: 2013/11854).
6100 sayılı HMK’nın 394/5. maddesi uyarınca, karşı taraf kendisi dinlenmeden ( yokluğunda ) verilmiş olan ihtiyati tedbir kararlarına itiraz edebilir. İtiraz hakkında verilen karara karşı, kanun yoluna başvurulabilir. Ancak temyiz edilen bir kararın Yargıtay tarafından temyiz incelemesinin yapılabilmesi için öncelikle kararın taraflara usulüne uygun olarak tebliğ edilmesi ve süresi içerisinde temyiz edilmiş olması; ayrıca verilen kararın kapsamında gerekçeli karar şeklinde yazılması gerekmekte olup, esasen Yargıtay denetiminin de gerekçeli karar üzerinden yapılması mümkündür. 1982 Anayasası’nın 141. maddesine göre, tüm mahkeme kararlarının gerekçeli olması gerekmektedir. Temyiz edilen kısa karar, bu hususları kapsamadığından, temyiz denetimi mümkün değildir. Bu durumda, mahkemece, ihtiyati tedbir kararına itirazın reddine dair karar verilmesi üzerine, hükümleri uyarınca usulüne uygun şekilde gerekçeli karar yazılmamış olduğundan kararın bozulması gerekmiştir (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi - Karar: 2013/14109).
Bir mahkeme kararının gerekçesi o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar. Kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur. Mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 27., 297. maddeleri işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2011/6-18 Esas-2011/30 Karar sayılı, 05.12.2007 gün ve 2007/3-981/936 sayılı; 23.01.2008 gün ve 2008/14-29/4 sayılı kararları).
Yine, bazen bir mahkeme kararının, başka bir dava yönünden kesin hüküm veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi konularda yapılacak hukuksal değerlendirmelerin sağlıklı olabilmesi de, o kararın yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür (Hukuk Genel Kurulu’nun 18.10.2006 tarih ve 2006/11620 esas, 2006/659 karar sayılı kararı).
Somut olayda; alacaklı vekili icra mahkemesine yaptığı başvuruda, icra müdürlüğünün menkul ihalesinin kesinleşmesinin ardından KDV, cezaevi yapı pulu harcı, tahsil harcı ve damga vergisine ilişkin çıkardığı muhtıra sonucunda verilen satışın düşürülmesine ilişkin kararının iptalini; kabul edilmemesi halinde ise ihale konusu menkuller üzerindeki haczin kalkacağı gerekçesine dayalı olarak borçluya teslimine dair verilen 25.07.2014 tarihli icra müdürlüğü işlemini şikayet konusu yapmıştır. Mahkemece, istemin reddine dair verilen kararın, yukarıda açıklanan nitelikte bir yasal gerekçeyi içermediği anlaşılmakla, kararın bozulması gerekmiştir (Yargıtay 12. Hukuk Dairesi - Karar: 2015/28804).
Mahkemece kısa kararda “ Velayeti anneye verilen çocuk için aylık 300,00 TL tedbir nafakasının dava tarihinden itibaren davalıdan alınarak velayeten davacıya verilmesine, hükmün kesinleşmesinden itibaren iştirak nafakası olarak sürdürülmesine” karar verilmesine rağmen, gerekçeli kararın hüküm kısmında “ Dava tarihinden itibaren aylık 300,00 TL tedbir nafakasının davalı …‘den alınarak davacı …‘e verilmesine, hükmün kesinleşmesinden itibaren yoksulluk nafakası olarak sürdürülmesine” karar verilmiş ve kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki yaratılmıştır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 294/3. maddesi uyarınca, hükmün tefhimi, her halde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz (HMK m. 298/2). Buna göre, tefhim edilen hüküm sonucu yanlış da olsa, gerekçeli kararın, tefhim edilen hüküm sonucuna uygun düzenlenmesi gerekmektedir. Yanlışlık ancak temyiz/kanun yoluna başvurulması ve kararın bozulması halinde düzeltilebilir. Tefhim edilen ve duruşma tutanağına geçirilen hüküm sonucu ile gerekçeli karar arasındaki aykırılık diğer yönler incelenmeden tek başına bozma sebebi olur. O halde mahkemece yapılacak iş, 10.04.1992 tarihli 7/4 sayılı içtihadı birleştirme kararı gözetilerek yeniden karar oluşturmaktan ibarettir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar : 2018/9148).
Son oturumda tefhim edilen “Davanın kabulüne, ödeme emrinin iptaline, davacı şirketin, G.Ç. Şirketi ile ticari ve alacak borç ilişkisinin bulunmadığının tespitine” şeklindeki kısa kararın; “Dava dışı G.D. San. A.Ş. Davacı K. Boru şirketinden her hangi bir alacağı bulunmadığı dosya kapsamı ile anlaşıldığından Sigorta Kurumunun Davacı Şirket aleyhine açılan davanın Kabulüne İcra takibinin iptaline” şeklindeki gerekçeli karara aykırı olduğu zaptın ve kararın incelenmesinden açıkça anlaşılmaktadır. Öte yandan konuyla ilgili 10.4.1992 günlü ve 991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Karan uyarınca bu aykırılığın giderilmesi suretiyle gerçeğe ve hukuka uygun bir karar verilmesi gereği açıktır. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir (Yargıtay 10. Hukuk Dairesi - Karar: 2002/10199).
Mahkemece tefhim edilen kısa kararda, davanın kısmen kabul ve kısmen reddine karar verildiği halde; gerekçeli kararda, davanın kabulüne karar verilmiştir. Kısa kararla gerekçeli kararın birbirine uygun olması zorunludur. Kararların farklı ve çelişkili olması mahkemelere olan güven ilkesini zedeler. 10.4.1992 gün, 1991/7 esas ve 1992/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ayarınca kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması bozma nedenini oluşturur. Temyiz itirazlarının bu nedenle kabulü ile hükmün bozulmasına karar verilmiştir (Yargıtay 16. Hukuk Dairesi - Karar: 1993/10748).
Davacı-davalı kocanın maddi tazminat istemi hakkında kısa kararda ret hükmü kurulmasına karşılık, gerekçeli kararda bu konuda bir karar verilmeyerek çelişki yaratılmıştır. Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının uyarınca kararın tefhimi en az belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. Bu durumda gerekçeli kararın, tefhim edilen karar yanlışta olsa, buna uygun düzenlenmesi gerekmektedir. Yanlışlık ancak temyiz yoluna başvurulması ve kararın bozulması halinde düzeltilebilir. Tefhim edilen kararla gerekçeli karardaki aykırılık diğer yönler incelenmeden tek başına bozma sebebi olur. O halde mahkemece yapılacak iş, 10.4.1992 tarihli 7/4 Sayılı içtihadı birleştirme kararı gözetilerek yeniden karar oluşturmaktan ibarettir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar: 2011/10389).
Süre tutum dilekçesinde gerekçeli kararın kendisine tebliğini isteyen sanığa tebliğ için çıkartılan gerekçeli hükmün, Tebligat Kanunun aykırı olarak, davada taraf olan eşi …’ e tebliğ edilmesi nedeniyle geçersiz olduğu, bu nedenle hükmün usulüne uygun olarak sanığa tebliği ile, tebligat ilmühaberi ile birlikte verilmesi halinde gerekçeli temyiz dilekçesi de eklenerek incelenmek üzere dairemize gönderilmesi için Yargıtay C. Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE karar verilmiştir (Yargıtay 2. Ceza Dairesi - Karar: 2011/1446).
Sanığın dosyaya süre tutum dilekçesi sunduğu ve gerekçeli kararın kendisine tebliğ edilmesini istediği, ancak gerekçeli kararın sanığa tebliğ edilmediği anlaşılmakla; gerekçeli kararın sanığa usulüne uygun tebliği ile ek temyiz dilekçesi sunması halinde bu dilekçesi de eklenip bu hususta ek tebliğname düzenlendikten sonra iadesi için dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine karar verilmiştir (Yargıtay 7. Ceza Dairesi - Karar: 2015/22265).
Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Ayrıca bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisi yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği gibi bozma kararı karşısında uyulup uyulmama yönünden varılacak sonucun ortaya konulması dolayısıyla direnme ve uymaya yönelik hüküm fıkralarının da aynı unsurları taşıması gerektiği aşikardır.
Nitekim, Yargıtay’ın yerleşmiş görüşü de bu yöndedir (Hukuk Genel Kurulu’nun 19.06.1991 gün 323/391 sayılı; Hukuk Genel Kurulu’nun 10.09.1991 gün 281-415 sayılı; Hukuk Genel Kurulu’nun 25.09.1991 gün 355-440 sayılı; Hukuk Genel Kurulu’nun 05.12.2007 gün ve 2007/3-981/936 sayılı; Hukuk Genel Kurulu’nun 23.01.2008 gün ve 2008/14-29/4; Hukuk Genel Kurulu’nun 21.10.2009 gün ve 2009/9-397/453; Hukuk Genel Kurulu’nun 21.11.2012 gün ve 2012/9-839/ 2012/833; Hukuk Genel Kurulu’nun 12.06.2013 gün ve 2012/9-1681 E., 2013/831 K.; Hukuk Genel Kurulu’nun 18.09.2013 gün ve 2012/9-1686 E., 2013/1374 K. sayılı ilamları).
Diğer taraftan, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur. Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüte yol açacak çelişkiler taşımaması ile mümkündür. Önemle vurgulanmalıdır ki, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarakta kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur. Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında, Özel Daire bozma ilamına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, varsa hükmedilen miktarların doğru ve çelişki oluşturmayacak biçimde ortaya konulması; kararın gerekçe bölümünde de bunların nedenlerinin ne olduğu ve bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır.
Nihayet, direnme kararları, yapıları gereği, Yasa’nın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi, direnilen ve uyulan kısımları da kalem kalem net ve birbirine uygun bir biçimde içermelidir. Nitekim, aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.06.1991 gün 1991/2-323/391; Hukuk Genel Kurulu’nun 10.09.1991 gün 281-415; Hukuk Genel Kurulu’nun 25.09.1991 gün ve 355-440; Hukuk Genel Kurulu’nun 19.03.2008 gün ve 2008/15-278 E. 2008/254; Hukuk Genel Kurulu’nun 18.09.2013 gün ve 2012/9-1686 E., 2013/1374 K. sayılı ilamlarında da vurgulanmıştır.
Ceza Genel Kurulu’nca da mülga 1412 sayılı benzer hükümleri taşıyan 261, 268 maddelerinin uygulanmasında bozulan kararın geçerliliğini ve yerine getirilme yeteneğini yitirdiğinden “önceki hükümde direnilmesine” denilmekle yetinilerek ve atıf suretiyle hüküm kurulamayacağı kabul edilmiştir (Ceza Genel Kurulu’nun 02.02.1976 gün 1976/1-22-25 sayılı kararı ).
Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında:
Mahkemece kısa kararda “Mahkememizin 2009/233 E, 2011/443 K. Sayılı ilamın maddi tazminata ilişkin hükmünde direnilmesine” şeklinde hüküm kurulurken, direnmeye ilişkin gerekçeli kararda ise hüküm altına alınan miktarlar açık ve net olarak gösterilip, karar verildiği anlaşılmaktadır. Aslolan kısa karar ve burada ortaya konulan hüküm fıkrası olduğu gibi, direnme kararının kapsamını belirleyen kısa kararının da yasanın amacı doğrultusunda çelişki ve tereddüde meydan vermeyecek şekilde açık ve anlaşılır olması gerekir. Mahkemenin, kısmi direnmeye konu yapılan maddi tazminata ilişkin kısa kararın hüküm fıkrası, usul ve yasaya uygun bulunmamıştır. Hal böyle olunca, mahkemece yapılacak iş; kısmi direnmeye konu edilen maddi tazminat yönüyle gerekçeli kararın hüküm fıkrasındaki gibi kısa kararda da hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Yerel mahkeme kararının işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin salt bu usulü eksikliğe dayalı olarak bozulması gerekmiştir (Yargıtay HGK - Karar: 2015/881).
5271 Sayılı Ceza Yargılaması Yasasının uyarınca katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunan şikayetçinin yasa yollarına başvurma hakkı bulunmaktadır.
Yasa yollarına başvurma hakkı bulunan ve yokluğunda hüküm kurulan suçtan zarar gören şikayetçiye gerekçeli kararın tebliğ edilmediği anlaşıldığından, şikayetçi kuruma gerekçeli kararın tebliğ edilerek, temyiz dilekçesi vermesi halinde temyiz dilekçesi de eklenerek incelenmek üzere iadesinin mahallince sağlanması için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE karar verilmiştir (Yargıtay Ceza Dairesi - Karar:2008/6507)
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında, “hükmün tefhimi her hâlde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir. Ayrıca mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı HMK’nın 297’nci maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hâl, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar ve hükmün hedefine ulaşması engellenir. Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Nitekim Yargıtay’ın yerleşmiş görüşü de bu yönde olup, Hukuk Genel Kurulunun 05.02.2014 gün ve 2013/9-595 E.-2014/82 K.: 09.03.2014 gün ve 2013/9-594 E.- 2014/378 K. ile 01.11.2017 gün ve 2017/9-2848 E.-2017/1262 K. sayılı kararlarında da bu görüş benimsenmiştir.
Diğer taraftan, kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141’inci maddesinin üçüncü fıkrası ile bu yönde düzenleme içeren 6100 sayılı hükümleri, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüde yol açacak çelişkiler taşımaması ile mümkündür.
Mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında, Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup, hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, varsa hükmedilen miktarların doğru ve çelişki oluşturmayacak biçimde ortaya konulması; kararın gerekçe bölümünde de bunların nedenlerinin ne olduğu ve bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır.
Nihayet, direnme kararları, yapıları gereği, kanunun hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı Yargıtay dairesinin denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi, direnilen ve uyulan kısımları da kalem kalem net ve birbirine uygun bir biçimde olmalıdır (Yargıtay HGK - Karar: 2018/55).
Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş uygulama ve kabullerine göre, hükmün esasını kısa karar oluşturmaktadır. Tutanağa geçirilmesi ve açıklanması suretiyle hukuken geçerlilik kazanmış kısa kararın/hükmün önemine binaen mahkemelerin kısa karar oluştururken son derece dikkatli ve ciddi davranmaları gerekmektedir. Ancak hüküm kurulurken çeşitli hatalar yapılabildiği, örneğin nitelikli hâller nedeniyle ceza artırılırken artırım oranlarında, bazen de sonuçlarında hatalar yapılabildiği gibi indirim nedeninin uygulanması sırasında da hesap hatası yapılarak daha az ceza tayin edildiği, hatta nitelikli hâl nedeniyle cezanın artırılması yerine indirilmesi yoluna gidildiği, ilgili kanun maddesinde suç için hapis cezası ile birlikte para cezası da öngörüldüğü hâlde, yalnızca hapis ya da para cezasına hükmedildiği, öngörülmüş cezanın alt sınırının da altında olacak şekilde bir ceza tayin edildiği veya belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması sırasında işlem hataları yapıldığı görülmektedir.
Uygulamada hükmün kurulması sırasında yapılan hatalar, “uygulama hatası”, “hesaplama hatası”, “yazım hatası” şeklinde tasniflere tabi tutulmaktadır. Uygulama hatası; yargılama araçlarının belirli biçimde hatalı takdir edilmelerinden kaynaklanan hukuki yanılgılardır. Hesaplama hatası, cezanın artırımı veya eksiltimi sırasında yapılan matematiksel işlem hatalarıdır. Yazım hataları ise, olağan bir dikkat ve özenin gösterilmesi hâlinde gerçekleşmeyecek olan isim, yaş vb. bilgilerin yanlış yazılmasıdır. Esasen hesaplama ve yazım hataları da uygulama neticesinde ortaya çıkmış hatalar olduğundan sonuç itibarıyla birer uygulama hatasıdır. Kaldı ki bazen yapılan yanlışlığın ne tür bir hata olduğu da tam belirlenememektedir.
Mahkemenin hata yapıldığından bahisle, kısa kararda yer verilmeyen hususlara gerekçeli kararda yer vermesi veya kısa kararı sonradan değiştirmesi usul ve kanuna aykırı olacaktır. Bu konuda öğretide, “Gerekçe ile birlikte hüküm fıkrası tekrar yazılırken, duruşmada yazılıp, okunmuş olan hüküm fıkrasında, yani kısa kararda hiçbir değişiklik yapılamaz. Esas olan, duruşmada okunmuş bulunan hüküm fıkrasıdır.” (Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, İstanbul 2013, 10. Baskı, s. 714.) şeklinde görüşler bulunmaktadır. Ancak yerleşmiş uygulama ve kabullere göre, uygulama ve hesap hataları dışında kalan ve sonuç ceza üzerinde değişikliğe yol açmayan maddi yazım hatalarının yöntem ve zaman sınırlamasına tabi bulunmaksızın, bizzat bu hatayı yapan merci tarafından kendiliğinden veya denetim muhakemesi sonunda verilen bir karardaki uyarı üzerine düzeltilmesi mümkündür.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş uygulama ve kabullerine göre, hükmün esasını kısa kararın oluşturduğu, uygulama ve hesap hataları dışında kalan ve sonuç ceza üzerinde değişikliğe yol açmayan maddi yazım hatalarının yöntem ve zaman sınırlamasına tabi bulunmaksızın, bizzat bu hatayı yapan merci tarafından kendiliğinden veya denetim muhakemesi sonunda verilen bir karardaki uyarı üzerine düzeltilmesinin mümkün olduğu, somut olayda da Yerel Mahkemece, kısa kararda ve gerekçeli kararının gerekçe kısmında Özel Dairenin bozma kararına direnildiğinin gerekçeleriyle beraber açıkça belirtildiği hâlde iddia kısmında bozma kararına uyulduğunun yazılmasının maddi hata niteliğinde olduğuna oy birliği ile karar verilmiştir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar : 2019/549).
Mahkemece, hükmün gerekçe kısmında “davalı Bankanın, aralarında sözleşme ilişkisi bulunan davacıya, söz konusu sözleşmeye ilişkin her türlü belgeyi vermekle yükümlü olduğu, bu belgelerin davacının vekili tarafından da talep edilebileceği ve davacının böyle bir davayı açmakta hukuki yararının bulunduğu anlaşıldığından, muarazanın giderilmesi isteminin kabulüne karar verildiği” belirtilmesine rağmen hüküm kısmında “Muarazanın Giderilmesi İstemi Konusuz Kaldığından karar verilmesine yer olmadığına,” şeklinde karar verilerek gerekçe ile hüküm fıkrası arasında çelişki oluşturulmuştur.Gerekçe ile hüküm fıkrası arasında çelişki oluşturulması HMK 297.maddesine aykırı olup bozma gerektirir (Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2014/37460 E. , 2014/35702 K.).
Sanık müdafiinin 13/10/2017 havale tarihli süre tutum ibareli temyiz dilekçesinde, gerekçeli temyiz dilekçesini gerekçeli kararın taraflarına tebliği üzerine sunacaklarını beyan ederek kararı temyiz ettiği; UYAP ve fiziki dosya üzerinde yapılan incelemede gerekçeli kararın sanık müdafiine tebliğine ilişkin evraka rastlanılmadığı anlaşılmakla gerekçeli kararın sanık müdafiine tebliği ile sunarsa temyiz dilekçesi eklendikten ve gerekli görülürse ek tebliğname de düzenlendikten sonra incelenmek üzere Dairemize gönderilmesi için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 20/04/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi (Yargıtay 6. Ceza Dairesi 2021/17447 E. , 2022/6059 K.).
AVUKAT
YAPRAK GİZLEM GÜNDÜZ
Cumhuriyet Mah. Gürpınar Yolu Cad. No:2 K:7 D:115/116 Keleş Plaza
Büyükçekmece/İstanbul
TEL: 0532-157-95-07 / 0212-872-53-28
info@gunduzlerhukuk.com / www.gunduzlerhukuk.com
Gündüzler Hukuk Bürosu
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Yaprak Gizlem gündüz’e aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
info@gunduzlerhukuk.com
KVKK AYDINLATMA METNİ